Amerikan Taşrasında Zaman, Aşk ve Sessizlik: Naif Bir Hikâye

Amerikan taşrasının geniş, sakin doğasında sessizce ilerleyen bu film—ilk bakışta tanıdık gelmeyen bir kadroyla—aslında çok daha fazlasını saklıyor. Yönetmenliğini Josh Boone’un üstlendiği, senaryosunu Colleen Hoover ve Susan McMartin’ın birlikte kaleme aldığı yapım, gençlik ve kuşaklar arası ilişkiyi naif bir şekilde ele alıyor.
İlk sahnelerden itibaren izleyiciye “bu ne kadar tanıdık” diye düşündürtebilir: gençler, aşk, hatalar, zamanın geçişi, aile bağları… Ancak film bu usta cephesiyle değil; beklenmedik zaman atlamaları, kuşaklar arası çelişkiler ve sadeliğinin içinde taşıdığı incelikle öne çıkıyor.

Hikâye, yemyeşil bir Amerikan taşrasında başlıyor. İlk kuşak gençleri izliyoruz; güzellikleriyle, umutlarıyla, gençlik enerjileriyle… Gece eğlenceleri, arkadaş grupları, dedikodular… Bir genç kızın hamileliği haberiyle birlikte her şey bir anda değişiyor. Derken film bizi tam 17 yıl sonrasına taşıyor. Aynı oyuncularla, aynı karakterlerle ama artık olgunlaşmış, yara almış bir kuşakla yüzleşiyoruz. Zamanın geçişiyle birlikte gençlik yerini sorumluluğa, oyun yerini hesaplaşmaya bırakıyor.

Bu zaman atlaması, filmde sadece bir anlatım tekniği değil; bir duygu geçişini, bir kuşak değişimini, bir “önce/sonra” karşılaşmasını işaret ediyor. Bir yandan eski gençlerin umudu diğer yandan yeni kuşağın farklı temaları… Ana-evlat ilişkisi (özellikle ana-kız), beklentiler, kırgınlıklar ve yeniden bağ kurma çabaları filmde hafif ama etkili bir dille işleniyor. Ölüm, torunlar, sessizlikler araya giriyor. Bu öğeler yalnızca dramatik yük değil; karakterlerin iç dünyalarına pencere açıyor.

Oyuncular belki Hollywood’un büyük yıldızları değil; ancak bu, film açısından bir zaaf değil; tam tersine avantaj. Performansların ölçülü oluşu, karakterlerin doğal görünmesini sağlıyor. Yönetmenin seçimi belki de bu doğrultuda: tanınmış ünlüler yerine, “tanıdık ama tanınmamış” oyuncularla çalışmak, hikâyenin taşra atmosferini korumasına yardımcı olmuş. Örneğin filmde dikkat çeken isimlerden biri Scott Eastwood; adı büyük ama bu yüzden gölgesinde değil; karakterin içinde. Ayrıca genç jenerasyonda yer alan teknik oyuncular da var ve bu, filmin güçlü yanlarından biri olarak öne çıkıyor.

Görüntü yönetimi, müzik kullanımı ve genel estetik bakımından film sade bir şıklığa sahip. Görüntüler, taşranın dinginliğini yakalıyor; doğayla insanın sessiz karşılaşmasını gözler önüne seriyor. Müzik ise, abartıya kaçmadan duyguya eşlik ediyor. Yönetmenin önceki işleriyle kıyaslandığında («Aynı Yıldızın Altında gibi) bu yapım, büyük efektlerden ve yüksek tempolu aksiyondan uzak duruyor. Onun yerine zamana ve ilişkiye bırakıyor kendini.

Ancak filmin en belirgin yanı, taşıdığı “naiflik”. Eleştirmen Atilla Dorsay’ın vurguladığı gibi, bu film “öylesine saf bir bakış” sunuyor ki adeta çocukça bir dokunuşa sahip. Günümüz sinemasında bolca görülen karanlık, komplolu, sürekli yüksek tempolu drama anlayışından bir mola gibi. Bu naiflik, işi basitleştirmekten ziyade etkisini artıran bir özellik hâline geliyor; izleyiciye bir nefes alan, bir duraklama sunuyor.

Filmin tempo olarak sakin olduğunu belirtmek lazım; ancak bu saklı bir hızsızlık değil, bilinçli bir tercih. Hikâye kendi ritminde ilerliyor; olayların ardından insanın içine baktığı anlara yer veriliyor. Bu çok kuşaklı aile öyküsü, gençlerin tutkularını, ebeveynlerin kırgınlıklarını ve çocukların sessiz beklentilerini bir araya getiriyor. İzleyici zamanla bu karakterlerle birlikte büyüyor, zaman atlamasıyla birlikte yaş alıyor, hatalarla yüzleşiyor.

Bağlam açısından, taşra Amerikasının modern sorunlarını da hafifçe yansıtıyor: gençlerin yaşam biçimleri, kuşak farklılıkları, teknolojinin getirdiği mesafeler, ebeveyn-çocuk ilişkilerinin eskilerdeki kadar basit olmadığı gerçeği. Ama film bu temaları ağır bir yük haline getirmiyor; aksine, bunları doğal kurgu içinde akıcı şekilde sunuyor. Drama ile komedi arasında dengede duruyor; bazen gülümsüyor, bazen yüreği sıkıştırıyor; ancak her anına bir ölçü hissi hakim.

Sinemada genellikle “tanıdık” unsurlar izleyiciyi rahatsız edebilir çünkü önceden farklı bir şey bekletir. Bu film ise tam tersine tanıdıklığı güvenli bir liman haline getiriyor. Karakterler çoğumuzun tanıdığı jenerasyondan: lise mezunları, genç ebeveynler, orta yaşlı anne-babalar… Bu yüzden olaylar uzak değil; yakın geliyor. Ve bu yakınlık, empatiyi doğuruyor. İzleyici yalnızca bakmıyor, izlediği karakterlerle zaman geçiriyor.

Elbette film eleştirilmeyecek yönleri yok değil. Zaman zaman dramaturjik sıçramalar bazı izleyiciler için bir kopukluk hissi verebilir. Özellikle 17 yıl ardından aynı oyuncularla devam etmek, bazı izleyiciler için “ne oldu da bu kadar değişmiş” hissi yaratabilir. Ama yönetmenin bu tercihi bilinçli görünüyor: karakterlerin ve izleyicinin birlikte yaşlanması fikri. Bu da yönetmenin hikâyeyi sadece bir gençlik aşkı olarak değil, yaşamla bütünleşmiş bir kurgusal yolculuk olarak gördüğünü gösteriyor.

Sonuç olarak, bu film sinema sayfalarında “mutlaka izlenmeli”ler listesine rahatlıkla girebilir. Büyük bütçeli Hollywood fragmanlarına, yüksek tempolu aksiyon-komedilere bir alternatif sunuyor. Dinlemek yerine izlemek, izledikten sonra hissetmek isteyenler için… Sessizmiş gibi görünen ama düşündüren, sade ama etkili… işte tam da böyle bir film. Bizim için, biraz yavaş ilerleyen ama sonunda izleyiciyi bıraktığı yerde düşündüren ve kalbinde bir iz bırakan yapıtlardan biri.

GazeteUs sinema okurlarına bu yapımı samimiyetle öneriyoruz: En azından bir geceyi ayırıp perdede ya da evinizde, bu “sessiz kuşak hikâyesi”ni izlemeye değer. Ve filmi izledikten sonra belki siz de kendi gençlik hikâyenizin, aile bağlarınızın ve zamanın sessiz akışının farkına varırsınız.

Hazırlayan: GazeteUs Sinema Servisi

By editör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir