Dijital çağda sayfaların sesi kısılıyor, insanın iç sesiyle bağı kopuyor.

Kitap okuma kültürü üzerine yapılan sayısal analizler ve gözlemler, günümüzde okur-profilinde yaşanan değişikliklerin yalnızca Türkiye’ye özgü olmadığını, küresel bir eğilim olduğunu gösteriyor. Ancak bu eğilim, düşünmeden okunmuş bir formata indirgenmemeli; zira okuma eylemi yalnızca sayfa çevirmekle değil, zihni açmak, dünyayla ilişkilenmek, içsel bir yolculuğa çıkmakla da ilgili. Bu yüzden, “Hâlâ kitap okuyor muyuz?” sorusunun cevabı yalnızca “evet” ya da “hayır” biçiminde olmamalı: Okuyor muyuz, ne okuyoruz, nasıl okuyoruz ve neden okuyoruz? gibi daha geniş bir perspektiften bakmak gerekli.

Avrupa ülkelerinden elde edilen verilere göre, 2024’te kitap satış adetlerinde ciddi bir düşüş yaşanmış; satış adetleri 95 milyon kitap kadar azalırken, yeni başlık üretimi de 2017’deki 610 bin düzeyinden 2024’te yaklaşık 580 bine gerilemiş durumda. Bu veriler yalnızca ticari bütçeler açısından değil, okuma kültürünün üretim ve tüketim dengesi bakımından da kritik bir mesaj içeriyor. Öne çıkan bir unsur da, satış rakamlarının artıyor olması ile reel anlamda okumanın artıyor olmasının örtüşmemesi: Enflasyon etkisi çıkarıldığında Avrupa kitap pazarının reel büyümede gerilediği gözlemlenmiş durumda. Bu da demek oluyor ki, kitap ekonomisi yükselirken okur sayısı ya da okuma sıklığı paralel düzeyde artmıyor. Ve bu durum, “kitap okuma” eyleminin kırılgan bir alana işaret ettiğini düşündürüyor.

Türkiye özelinde de durum benzer ama çarpıcı biçimde daha ciddi. 15 yaş ve üzeri nüfusta kitap okumayanların oranı yaklaşık %73; yani yalnızca %27’si belli bir süre için kitap okuduğunu beyan ediyor. Bu oran, yalnızca nicel bir veri olmaktan öte bir toplumsal yansıma: Okuma “alışkanlığı” olarak ele alındığında bile yeterince yaygın değil. Ayrıca günde ortalama yalnızca yedi dakika kitap okunduğu yönündeki araştırma, bu sürenin okuma eylemiyle ilişkilenme bakımından ne denli sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Karşılaştırıldığında Estonya, Polonya veya Finlandiya gibi ülkelerde bu sürenin 12–13 dakika düzeyinde olduğu görülüyor; bu da daha güçlü bir okuma kültürünün göstergesi.

Okumanın azalmasında sıkça öne çıkan gerekçeler arasında ekranlara harcanan sürenin artması, dikkat dağınıklığı ve farklı medya alışkanlıkları yer alıyor. Bu gerekçeler kesinlikle geçerli; zira dijital cihazların yaygınlaşması, sosyal medya ve streaming uygulamalarının yükselişi okuma için harcanan zamanı doğrudan baskılıyor. Ancak önemli olan nokta şu: Kitap fiyatları çoğunlukla okuma oranlarının düşmesinde öncelikli neden olarak görülmüyor. Özellikle Türkiye örneğinde bildiriliyor ki, okur sıkça kitap fiyatlarını gerekçe olarak gösterse de, veriler bu gerekçeyi desteklemiyor. Örneğin yayımlanan bir araştırmada kitap fiyatlarının son yirmi yılda yalnızca yaklaşık %38 artmış olması, genel enflasyonun çok altında kalması bu görüşü destekliyor. Yani okuma alışkanlığının çözümünde yalnızca ekonomik erişim değil, ilgi eksikliği ve zaman yönetimi gibi daha temel unsurları ele almak gerek.

Okuma kültüründe toplumsal yaşama dair bir başka önemli nokta da “örnek olma” meselesi. Çocukların ve gençlerin kitapla ilişkisi büyük ölçüde çevreleriyle, aileleriyle, eğitim kurumlarıyla biçimleniyor. Araştırmalar, çocukların kitapla daha erken ve yoğun biçimde karşılaşmasının ileriki yaşlarda okumaya devam etmeleri açısından belirleyici olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda “anne-baba kitap okuyor mu?” sorusu yalnızca aile bireylerinin davranışlarının bir göstergesi değil; okul dışı öğrenme ortamlarının ve okuma kültürünün de belirlendiği bir mikrodünem. Okuma eylemini yaygınlaştırmak isteyenler için önemli bir strateji bu: Başkaları okuyorsa biz de okuyabiliriz mesajı, bireysel alışkanlıkların ötesine geçmeli.

Okumanın formatı da değişiyor. Basılı kitap uzun süre geleneksel okuma aracı olmaya devam ediyor; hâlâ toplam pazarın büyük kısmını oluşturuyor. Ancak sesli kitaplar son yıllarda hızlı bir büyüme gösteriyor ve 2024’te satışların yaklaşık %4,2’sini oluşturmuş durumda. E-kitaplarda ise belirgin bir artış olmadığı görülüyor. Bu gelişme, okunma biçimimizin dönüşümden geçtiğini; okuma eyleminin bir biçimden diğerine geçebileceğini işaret ediyor. Dolayısıyla “kitap okumuyorum çünkü basılı kitap çok” ya da “okulda öğretilen türden değil” gibi mazeretler artık değişiyor; dünyada okuma, multimedya biçimlerine doğru evriliyor.

Okuma ve öğrenme arasında doğrudan bir ilişki var. Türkiye’de öğrencilerin düzenlenen uluslararası sınavlarda okuma becerileri bakımından ortalamanın altında yer almaları bu ilişkinin bir göstergesi. Okuma alışkanlığı düşük olan bir toplumda, sadece kültür değil, eleştirel düşünme, metinle diyalog kurma, okuma-anlama düzeyi de geriliyor. Bu açıdan bakıldığında okuma yalnızca bireysel bir tercih değil; toplumsal bir gereksinim hâline geliyor. Çünkü çağımızda bilgiye erişmek kolaylaştıkça, o bilgiyi işleme, sorgulama, anlamlandırma yetisi önem kazanıyor. Kitap; bu yetilerin gelişiminde geleneksel ama hâlâ güçlü bir araç olmayı sürdürüyor.

Okuma oranlarının düşmesine tepki olarak yayınevleri, okuma teşvik programları, kütüphane açma projeleri gibi çeşitli müdahaleler devreye alıyor. Ancak bu müdahalelerin başarısı, yalnızca kitap sunmakla değil, kitaba erişimi, okumanın prestijini, toplumsal değerini yeniden inşa etmekle bağlantılı. Özellikle gençler arasında “okuyan kişi” imajının güçlendirilmesi, okumanın bir bireysel statü ya da vakit geçirme eylemi olmaktan çıkarılıp bir yaşam biçimi hâline dönüşmesi gerekiyor. Eğitim kurumları, aileler, medya, yayıncılar birlikte çalışmalı: Okuma kültürünü destekleyen bir ekosistem yaratılmalı.

Bu ekosistemin temel ayağı da, okumanın zaman-mekân bağımlılığından kurtulması. Günümüz dünyasında insanlar yoğun iş temposu, dijital dikkat kırıntıları arasında kitap okumak için zaman ayırmakta zorlanıyor. Ancak kısa ama odaklı okunma süreleri bile alışkanlık yaratabilir. Örneğin her gün 20 dakika kitap okumak, çocuklar için oldukça olumlu sonuçlar doğuruyor. Bu strateji, yetişkinler için de uyarlanabilir. Okuma için özel bir köşe, sessiz bir zaman dilimi belirlemek, dijital cihazlardan uzaklaşmak gibi pratikler okuma eylemini destekleyebilir.

Yine de okuma için format değişimi bir sorun değil; aksine bir fırsat. Sesli kitaplar, dijital kitaplar, hatta podcast-okuma biçimleri “okuma” kavramını genişletiyor. Önemli olan ne okuduğumuz ya da nasıl okuduğumuzdan da önce, okuma eyleminin bizim için bir anlam üretip üretmediği. Çünkü bir satır okunur geçmiş sayfalar arasında kaybolursa, okuma eylemi yalnızca geçici bir aktivite yerine dönüşümcü bir deneyim olabilir.

Özetle, kitap okuma kültürünün zayıflaması belirli biçimlerde ölçülebilir ama bunun gerisinde yatan daha derin nedenler var: Zaman yönetimi, ilgisizlik, dijital çağın dikkat ekonomisi, ve okuma eylemine dair toplumsal algı. Bu nedenle kitap okumanın yalnızca bir kültürel gelenek olarak korunması değil, dönüştürülerek çağın koşullarına uyarlanması gerekiyor. Çünkü okuma eylemi, bireyi dönüştürürken toplumu da dönüştürüyor: Bilgiyle güçlenen, sorgulayan, metne ve dünyaya aktif katılan bir insan kitlesi ancak okuma aracılığıyla mümkün olabilir. Ve eğer hâlâ kitap okumayı seçiyorsak, yalnızca sayfa çeviren değil, sayfa içinde düşünen bir okur olmayı seçmek gerek.

By editör

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir